26 Şubat 2012 Pazar

Müzik ve Sahtekarlık (I)

Derin bir nefes alıyorum ve beni yıllardır rahatsız eden bir konuya çivileme dalıyorum:
Müzikte "sahtekarlık" nedir? Nasıl yapılır? Nasıl farkedilir? 
Müzik, diyezleri, bemolleriyle topu topu on iki adet sesten oluşmakta. "Bu kadar az sayıda sesle nasıl oluyor da insanlık tarihi boyunca bu kadar birbirinden farklı ezgiler oluşturulmuş" diye sorabilirsiniz. Yanıtı çok basit, çünkü on iki sese sonsuza yakın sayıda çeşitlilik getiren başka parametreler de var. Bunlar aynı seslerin tiz veya pes değişkenleri, bir sesin uzunluğu ve kısalığı, o sesin yüksekliği ile başlayan çok değişken parametreler. İşte bütün bunları her seferinde değişik "kombinasyonlarla" kullanırsanız, parmak izi gibi hiç bir ezgi bir başkasıyla tıpa tıp benzer olmaz.


Bu benzer olmama durumu tıpkı bir bilgisayarın  "palto" ile "topal" kelimesini birbiriyle eşlememesi gibi bir farklılık durumu değil. Bu konu "müzikte sahtekarlık" açısından çok önemli.
Çünkü müzikte bir tarz vardır, sözlerin söylenişinde, prozodi dediğimiz, fazla değiştiremediğimiz bir ahenk vardır. Müzik cümleleri vardır, bu cümlelerin yarı bitmiş, tam bitmiş durumları vardır. Ezgi parçacıklarının sıralanma şekilleri vardır.
(Beatles gurubunun "Let it be, let it be" dizesini ezgisiyle alıp, ikinci ezgiyi birinci, birinci ezgiyi ikinci yapınca ortaya yeni vizyona girecek bir çizgi filmin final şarkısı çıkıyor. Çıkıyor da, bu belki bilgisayarın "farklı" diyeceği, ancak bizim "benzer" olarak nitelendireceğimiz bir durum değil de nedir?)


İşte müzikte sahtekarlık bu ilk bakışta hemen farkedilmeyecek, ancak ezginin ayrıntılı yapısı incelendiğinde ortaya çıkacak öğelerle gerçekleştirilmekte. Öyle bir ezgiyi alıp, ona başka (hatta başka dilde) sözler yazıp aynı şekilde kullanmak gibi basit bir şey değil "müzik hırsızlığı". Bunu yapanlar da var, ama bunlara "insaf" demek daha kolay...
Nedense düşmanlık beslettirildiğimiz komşularımızdan bu şekilde "insaf dedirten" hırsızlıklar yapılır ülkemde, üstelik onlara "kin ve nefret beslediğimizden" (milletçe) vicdanlarımız bir milimetre yerinden kıpırdamaz. Kahraman bile addederiz kendimizi.


Size bu noktada benim başıma gelmiş, benim bile "Bu bir sahtekarlık mı? Değil mi?" diye hala karar veremediğim bir öykü anlatacağım:
1990'ların başı, Şehir Tiyatroları'nda Turgut Özakman'ın "Resimli Osmanlı Tarihi" oyunu oynuyor, müziğini ben yapmıştım. Birlikte "Benim Yolum" isimli albüm çalışmasını yapmış, bitirmişiz o sırada Nükhet Duru ile. Onu oyuna davet ettim, geldi, oyunu ve oyundaki "Mahmure" şarkısını çok beğendi. Şarkıyı kendisi de söylemek istedi, ancak bir süre sonra "bunu biraz daha alaturka şekle sokar mısın?" dedi. Ben şarkıyı toplu olarak "dansedilebilir pop müzik" tarzında yapmıştım. "Bu müziğin o denli içindeyim ki şimdi, başka bir şekil düşünemiyorum, hem de bunu yaparsam kendime saygısızlık yapmış olurum" diyerek Nükhet'in isteğine olumsuz yanıt verdim.
Bir süre sonra Nükhet yeni albümünde "Mahmure" şarkısını çıkardı, Soner Olgun bestelemişti aynı sözlerle şarkıyı.
Soner aynı sözleri, aynı kalıbıyla, aynı prozodi düzeni içinde ve şarkıyı da aynı trafikte yapmıştı. Ancak ritim "bir, ki, üç dört" değil de "bir, ki, üç, dö-ö-öört" olmuş, melodik yapı değişmiş, alaturka şarkılarda sürekli tekrarlanagelen hicaz makamında alışılmış bir ezgi şekline dönüşmüştü. 
Sonuçta bana diyecek bir söz kalmadı, "Üzüleyim mi?, Kızayım mı?" bilemedim. Konu o şekilde kapandı.


Bu blog'u burada, yarıda keserken sizlere Andrew Lloyd Webber'in ilginç bir çalıntısını belirteyim:
"Jesus Christ Superstar" müzikalindeki "I Don't Know How To Love Him" şarkısını dinleyin, sonra da Mendelssohn'un "Mi Minör Keman Konçertosu"nun "Andante" bölümünü... Siz karar verin, sahtekarlık var mı yok mu?...



Çin'de Mao döneminde politik düşünceleri destekleyen çok sayıda poster yapılmıştır. "Karşı Devrimci" sanatı ve karşı devrimci "zındıkları" devrimci genç kalın kollu Çin halkının nasıl ezdiğini gösteren bu poster benim çok hoşuma giderdi. Bize sosyal yapının öyle kolay kolay yıkılıp birden değiştirilmeyeceğine çok iyi bir örnektir Mao'nun gerçekleştirmeye çalıştığı "Kültür Devrimi". Çünkü sosyal yapı da tıpkı evrim gibi çok yavaş değişen, bir anlamda genetik yapıya sahip bir yapıdır. 
Yani "sahtekarlıkla" hiç bir şeyi kolay kolay değiştiremezsiniz demek istiyorum kısacası.

(Devamı var...)



1 yorum: